Taliban hakkında bana en çok sorulan, “Taliban’ın itikadı nedir?” suali. Belli ki bu hususta ciddi bir kafa karışıklığı var.
Bu mesele üzerinde bir şeyler yazmak riskli. Pek çok hassas mülahazaları dikkate alarak bildiklerimi paylaşmaya gayret edeceğim.
Hamid Karzai’in cumhurbaşkanı olmasından yaklaşık bir yıl geçmişti. Türkiye’de üretilen ürünlerin dünyaya ihracatı üzerinde faaliyet gösteriyorduk. Başka ülkelere gittiğim gibi, Afganistan’a da ticari görüşmeler yapmak için gitmiştim. Bir hafta ila on gün kadar kalıp dönecektim.
Taliban Kabil’e saldırdı. Havalimanı uçuşlara kapatıldı. Silah sesleri yatsı vakti başlıyor, tan yeri ağarana kadar devam ediyordu. Şiddetli çatışmalar üç-beş gün sustuktan sonra tekrar nüksediyordu. Diken üstündeydik. Kaldığımız binada akrabalarımızdan üç koruma vardı. Fakat yedi-sekiz kişiye yetecek silah ve cephane yedekte bekliyordu. İcabında bizlere de bir Kalaşnikof ve bir şarjör verilecekti. Sabahlara kadar uyuyamıyorduk. Sık sık oğlumun resmini çıkarıp bakıyor, dualar ediyordum.
Dönüşümüz uzamıştı. Bir evrak işimizi halletmek için, cumhurbaşkanlığı sarayına gitmek durumunda kaldım. Önceden ayarladığımız orada çalışan Türkmenlerden biri dış güvenlikte karşıladı beni. Amerikan tankları, zırhlı araçları girip çıkıyordu. Üçgen vücutlu, güneş gözlüklü, Amerikalılara benzer üniformalar giymiş askerler vardı araçlarda. Beni karşılayan arkadaş, “Karzai Bey’in yakın korumalarını Amerika’da yetiştirdiler. Kaba etlerine çip takmışlar, robot gibi olmuş herifler,” dedi bir askeri araca göz ucuyla işaret ederek.
İşimizi halledecek olan kişi Pencşirliymiş. Bekleme salonunda oturmamı, işi bitince çağıracağını söyledi.
On dakika kadar geçmişti ki yanıma üç kişi gelip oturdu. Sağ tarafıma oturan kişi bakışlarını gözbebeklerimin tam ortasına sapladı ve “Siz başı açık, sakalsız, pantolonlu, müslüman bozuntusu vatan hainleri!” dedi.
Gözleri kan çanağı gibiydi. Saçları kirli, ense tüyleri pasaklı, sakalları darmadağınıktı. Gözlerinin içindeki öfke, nefret ve müsamahasızlık ile samimiyet, saflık ve adanmışlık aynı tabloya vurulmuş farklı fırça dokunuşları misali tek çehrede resmedilmişti. Odalardaki memurlar sesini duysun diye, özellikle işitilecek şekilde konuşuyordu. “Talibanım,” dediğinde, esrarengiz bir karakter masal kitaplarından çıkıp karşımda tecessüm etmiş gibi vurulmuşa dönmüştüm.
Biz de Afganistan’da doğmuştuk. Kendi kendime, “Ben Afganistanlıysam, bu nereli? Yok eğer bu Afganistanlıysa o zaman ben nereliyim?” diye sordum. Çok az süren diyaloğumuzu mümkün olduğu kadar hızlıca kesmeye çalıştım. Agresifti. Köşeli ve keskin konuşuyordu. Afganistan’da değil de, çok uzak bir diyarda üretilmiş, yetiştirilmiş ve programlanmış bir robot gibiydi.
Televizyon ve sosyal medyadan bakınca, hariçteki bir fenomeni temâşâ edersiniz. Ete kemiğe bürünüp bir karış yakınınızda görünce, durum çok farklı oluyor.
Beş cümlesini dinlediğinizde, sonrasında ağzından dökülecek kelimelerin ne olabileceğini önceden tahmin edebilirsiniz. Dünyanın birçok ülkesinde karşılaşmıştım o zihniyetteki kişilerle. Körfez ülkelerinde ve bilhassa Suudi Arabistan’da daha çok rastlarsınız.
Bir grubun hangi inanç veya ideolojiye bağlı olduğunu anlamanın yolu, ‘ne olmadığını’ anlamaktan geçer.
Sünnî müslüman denilince akla ne gelir? Bu fakirin bildiği; Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli olmak üzere dört hak mezhep vardır. Bu dört mezhep itikatta Ebu Mansur Matüridi veya Ebül-Hasan Eşari hazretlerini takip ederler. Bunun haricinde tarikatlar vardır. Nakşibendilik, Kadirilik, Mevlevilik… gibi. Bizim bildiğimiz, “hak yol”, ana cadde bu çerçevedir. Bu çerçevenin bir kısmını kabul etmeyen veya bu çerçeveye olmadık ilaveler yapanlar doğru yoldan sapmış oluyorlar.
Âcizâne, nâçîzâne ve fakîrâne şöyle bir husus müşahede ettim: Pek çok bozuk grup ve cemaat “Biz Hanefiyiz,” derler. Bu bazen Şafii, Maliki veya Hanbeli şeklinde de karşınıza çıkabilir. Söze “İmam- Azam hazretleri…” diye başlayıp sonrasında hak yol çerçevesinin dışına taşmarlar. Bunların buluştukları ortak payda, ‘tasavvufu inkâr’ noktasıdır. İşte ölçü, miyar budur!
Asırlar boyunca, Selçuklular, Timurlular, Osmanlılar ve diğer devlet ve devirlerde yukarıda zikredilen hak yol takip edilmiş. Afganistanlıların kahir ekseriyetinin akidesi de Hanefi, Nakşibendi ve Maturidi üçgeni üzerine inşa edilegelmiş.
Ne yazık ki; nesiller süren savaş neticesinde âlimler katledilmiş, pek çok ârif ve şuurlu insan hicrete zorlanmış, tedrisat yerle bir olmuş, kitaplar yakılmış Afganistan’da. Binaenaleyh, halk dinini layıkıyla öğrenme imtiyazından mahrum kalmış. Bu durum, Taliban için mühim bir neşvünema ortamı bahşediyor.
Şimdi Taliban’a sempati duyan bir Afganistanlıya sorsanız, “Hanefi, Nakşi, Maturidiyim!” diyebilir. Ancak inanılacak bazı hususlarda veya amelle alakalı bazı detaylarda bu çerçevenin dışına taşmakta olduğundan habersizdir. Zira, doğrusunu öğrenme fırsat ve ihtimali olmamış.
Netice itibariyle, Taliban’ın itikadını anlamak için, mezkur ‘hak yol’ çerçevesinden taşıp taşmadıklarına bakmak icap etmektedir.
Diğer İçerikler:
Ağlamayı Özledim (Şiir)
Annem… (Kadına… ve anneye bir yazı…)
Mükemmeliyet (Herkes mükemmel olmak ister…)
Seni Özlediğim Kadar (Şiir)
Önyargı ve Mike Tyson (Şampiyon olmak…)
Masal Yıldızı (Şiir)
Serâzât.com’da sadece Necip YILDIRIM’ın şiir ve makaleleri yer almaktadır. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz ve neşredilemez.