Eski zamanlarda yaşamak isterdim. Zira düşmanım karşımda olur ve onun gözlerinin içine bakabilirdim. Düşman da elinde kılıcı, parlayan zırhıyla, “Öldüreceğim seni!” diye mertçe üzerime sürerdi atını. Şimdi düşman, içime girmiş âdeta. Evimde, arabamda, cebimde, kulağımda, beynimin içinde; kısaca her yanımda… Harfler, renkler ve seslerin bombardımanı altındayım. Karışmak istemediğim, iç içe girmiş kavgaların ortasındayım. Safları sönük, tarafları kaypak bir meydan… Durup düşünecek fırsat verilmiyor. Gelecekten endişeli, tedirgin ve telaşlıyım. İşgal altındaki diyarda, sehven içine düştüğüm bir devirde yaşadığımı hissediyorum.
Umutsuz olmakta haklı mı görüyorsun kendini? Cahiliye döneminde mi açtın gözlerini? Şehrindeki insanlar, elleriyle yaptıkları putlara secde mi ediyorlar? Diri diri mi gömülüyor kızlar? Eziyet, cefa, hicret… Bunların hangisini yaşadın? Sabırlı ol ama unutma: Sabır; kenara çekilmek değil, mücadele etmektir.
Dante; İlâhî Komedya’sını yazmak için çok tanrılı Roma’nın yaman şairi Virgil rehberliğinde cehennemin dehlizlerini dolaşırken Hazret-i Mevlânâ, İlâhî aşkın nakış nakış işleneceği Mesnevî’sini yazmak adına Belh’ten Konya’ya revân olmuştu. Aquinas, Hıristiyanlık akîdesini Aristo felsefesiyle harmanladığı zamanlarda medeniyetimizde nice âlimler yetişmekteydi. Ahlak, ilim, marifet ve fazilet üzerinde, cennete doğru yükselen bir medeniyet inşa ediyorduk. Bugün, her şey darmadağınık. En büyük zarar, bizden görünenlerden gelmekte.
Moğolların şarktan, Haçlıların garptan kırbaç misali İslam beldelerinin sırtına inmesi de aynı döneme denk gelmiyor mu? Gaflet, hiçbir asırda cezasız kalmaz. O nice âlimlerin kitapları bugün de yolunu aydınlatmıyor mu? Hakikat ışığı her zaman var; mesele, ona imanla bakabilmekte. Sen kendini bil, aileni muhafaza et. Cemiyet ve medeniyyet, şuurlu fertlerden ve mazbut ailelerden müteşekkil.
Evlen diyorsunuz: Nasıl evleneyim? Kızın kafasında bir ideal hayat teşekkül etmiş. Gördüğü on binlerce fotoğraf ve videonun ortalamasından meydana gelen mücerret ve hayâlî bir idealle nasıl rekabet edebilirim? Her daim mutlu görünemez, hayatın sadece güzel anlarını kırpıp paylaşamam ki!
Kabahati kadınlara yüklemek kolay. Erkek, erkek olsaydı, kadın ifsad mı olurdu? Kumandayı elinden bırakıp her gece ilim ve ibadetle meşgul oldun da aile efradı seni örnek mi almadı?
Çocuklar bozuldu. Uykusuz bir nesil geldi. Yatağa dahi akıllı cihazlarla giriyoruz. Eskiden; takdir edilmek için elifba bitirir, hatim indirir, muvaffakiyetler elde eder, güzel davranışlar sergilerdik. Şimdi, sanal oyunlarda tatminin âlâsını yaşıyor çocuklar. Videolara dalınca tavşan deliğine girmiş gibi kayboluyorlar. Kafalar kodlanıyor. Yalnızlaşan, hissiz, tepkisiz, dikkatsiz, bıkkın, müşevveş, dağınık, kopuk ve boş boş bakan dâvâsız delikanlılarla nasıl olacak bu iş? Sevmek ve sevilmek de binlerce diğer mefhum gibi sıradanlaştı.
Bir anne görürsen, ona de ki, “Oğluna sıkça sarıl. Başını onun omuzuna koy. Tut ensesinden, çek başını ve yasla göğüs kafesinin tam ortasına. Parmaklarınla saçlarını tara. Avucunun en terleyen kısmını yanağına yapıştır. Kalbinle hissetmeye çalış. Parmaklarını şefkatle, kulak memesinin alt kısmında bulunan şah damarına koy. O konuşurken onun gözlerinin içine bak. Hiç ummadığı ve hiç beklemediği zamanlarda gelip sarıl. “Adam öldürdüm anne!” diye de gelse, ‘Muhakkak geçerli bir sebebin vardır canım oğlum!’ de. Asla yargılama. Bakışı yüzüne her düştüğünde tebessüm deryasında ıslansın sırılsıklam. Anası ol. Kendisi ol”.
Ah! Hanımlar da kocalarına bu şekilde bakabilseler…
Sosyal medyada “aktif” olmamak olur mu? Müptelâ olmuşuz. Akıllı cihazdan ayrı kalınca boşluğa düşüp cinnet nöbetleri geçirecek gibi oluyor insan. Geriye dönebileceğimiz noktayı çoktan geride bıraktık. Dönüşü olmayan bir yoldayız artık. Zaman, sürat kazandı; yıllar, dakika oldu. Yerli-yabancı film ve diziler vaktimizi çalmak üzere pusuda bekleyen haramiler misali. Merhametsiz kapitalizm her nefesimizi işgal etmiş vaziyette. “İşgal altında olmasak Ayasofya müze mi olurdu?” diyorlar. Evvelâ iğfal edilmekte olan şuurumuzu korumak için tedbirler düşünmemiz gerekmez mi?
Teşhircilik ayyuka çıktı. Şişirilen dudaklar, boyanan suratlar, inceltilen kaşlar, satılık mal misali sergiye açılan bedenler!.. Kadın dediğin kalenin en mahrem ve en mahfuz kısmıydı hâlbuki.
Çocukların akıllı ekranlara baktığı süre, babalarının ekranlarda berhava ettikleri vakitten çok değil. Evlat, babanın aynasıdır. Sen rol model olabildin mi ki çocuğunun kişiliksiz fenomenleri takip ettiğinden şikâyet etmektesin? Söndürebildin mi cep telefonunu? Oyuncaklarıyla oynayan çocuğunun yanına oturup indin mi onun dünyasına? Göz teması kurabildin mi onunla? Kurtuluş istiyorsan kendinden başlamalısın.
Giydiğin kıyafetleri, yiyip içtiğin mekânları, gezdiğin diyarları paylaşmaktan geri durmuyorsun. Dönmeyi çok arzuladığın o eski zamanlarda, “İmkânı olan var, olmayan var.” denir, açık yerlerde yenmez ve içilmezdi. Nihayetinde teşhir edilen nefis, şekiller muhtelif.
Hak ve hürriyet veriyoruz diye kandırdılar muhafazakâr kadınları, politize ettiler, pazara çıkardılar. Aile, reissiz kaldı. İflah olmamıza ihtimal mi kaldı?
Bir kadın beyine itaat etmiyorsa o erkek muhakkak Rabb’ine isyan içindedir.
——-
Diğer İçerikler:
Ağlamayı Özledim (Şiir)
Annem… (Kadına… ve anneye bir yazı…)
Mükemmeliyet (Herkes mükemmel olmak ister…)
Seni Özlediğim Kadar (Şiir)
Önyargı ve Mike Tyson (Şampiyon olmak…)
Masal Yıldızı (Şiir)
Serâzât.com’da sadece Necip YILDIRIM’ın şiir ve makaleleri yer almaktadır. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz ve neşredilemez.