Aramızda, utanma, çekinme, tekellüf, gayrılık, alınma, temkîn, müdârâ… gibi hiçbir perdenin olmayacağı birini. Zevkimi, estetiğimi, heyecanımı, sevincimi, kederimi, hüznümü, fikrimi ve hülasa içimde ve dışımda neyim varsa, her şeyimi paylaşabileceğim birini. Dert ortağı, sırdaş, eş, yar, sevgili, mâşuka, yâver… ismi her neyse! Mahşerî kalabalıkta yapayalnız ve en “yakın”ımdan bile fersah fersah uzakta olmadığımı hissettirecek birini.
Dünyada herkes yalnızdır! Yalnız gelir, yalnız gider. Ana, baba, kardeş, eş, dost… hiç kimse insanın yalnızlığını giderecek şekilde ona yakınlaşamaz. İnsanla yakınlık, ancak avunma vesilesi. Hengâmenin içinde, renk cümbüşünün ortasında ve eşyaların mânâlı mânâlı baktığı mahşeri kalabalıkta her kes yapayalnız. Bu, tek kelimeyle “dehşet” bir durum. İstediğiniz kadar kaçın, istediğiniz kadar arayın; benliğinizin derinliklerinden yükselen susuzluğun bire bir cevabını asla bulamazsınız! Şairler, ressamlar, heykeltıraşlar ve bütün sanatkârlar aynı dehşetin eseri. Her seste şikayet var: Vefasızlıktan, kavuşamamaktan, cefadan, ayrılıktan ve yalnızlıktan. Sanat, dinmeyen ızdırabın öyküsü.
Ve aşk… Bütün lisanların en güçlü kelimesi. Tek hecelik ölüm fermanı! Ayakları yerden kesip kanatlandıran. Ne güldüren ne ağlatan. Hem yakan, hem serinleten. Tadını bilen çok, ne olduğunu bilen yok. Aşk nedir diye sorulursa, kişi saysı kadar tarif çıkar. Hakkında bu kadar şiir söylenen başka bir kelime duymadım.
Canım; bu kelimeleri senin için yazıyorum. Seni bugüne kadar tanıma fırsatım olmadı. Yüzünü görmedim, elini tutmadım, adını da bilmiyorum. Kim olduğunu, neye benzediğini bilmiyorum. İnan ki, kucağıma bu yangını ben yerleştirmedim; daha doğduğumda, sen vardın içimde. İçimdeki mum eridi, bitecek. Seni aramaktan gönül kelebeğim bîtap düştü. Gel artık.
Bir yanda hücrelerinde kaynayan arzu, diğer tarafta mukaddesler. Keskin uçlu iki kıskacın tam ortasıdır aşk. Sanatkâr, işte bu kazanda pişen tezatların toplamı.
Diz çökmek sadakatin mabedinde. Dürüst olmak, maskesiz olmak, kaygısız olmak ve kendim olmak. Hatalarımla, eksikliklerimle, günah ve noksanlarımla bir “insan”ım! Mahlûkâtın en şereflisi de, alçalanların en halisi de bende saklı. Etimle, kemiğinle, çamurdanım. Öylece kabul eder misin beni?
Kurulu düzende aranmaz sevgili. Bulut yükseklerde, mehtap uzaklarda olmuş hep. Güneş kovalamakla yakalanmamış.
İştiyak gözlerinin önünde şuan: Harfler sana bakıyor; harfler, yani benim gözlerim. İrfanım, cehalet mertebesine erdi.
Bedenî, gündelik ve sathî olanlardan öteye, serâzat bir ruhla kanatlanmak istedim. Sığlığıyla pranga oldu hayat. Kanadım kırıldı. Sıyrılmam, yücelmem, aslıma dönüp sevgilime uçmam gerek.
Ehemmiyetsiz bayağılıkların icabına bakmayıp itina göstermedikçe örüldüler etrafıma. Uzaklaştım sevgilimden. Ve anladım; hayvanî umksuzluğun fırlattığı ağ iğneyle sökülmeli. Üstüme çullanan şıngırtılı dünyanın tam ortasında merdiven inşa edilmeli. Harp meydanına dönmüş benliğim. Yaralıyım. Mücadeleye kaleden başlamalı. Kendi içimden.
Uzaktan sevgilim göründü her güzel. Yakınlaştığımda duvarla karşılaştım. Aradığımın duvarın arkasında olduğunu fark ettim. Yani kendi gönlümde…
Kariyer, sosyal çevre, kazanma hırsı, hayat cenderesi ve prangalar… Gündelik ve maddi ne varsa; bırakıp geldim. Her akşam çıkardığım iş kıyafeti gibi.
Sırra gidelim, mahrem-i raz olalım. Yedinci kat gökten daha ileriye, ebedi sevgiliye varalım…
——-
Serâzât.com’da; sadece Necip YILDIRIM’ın şiir ve makaleleri yer almaktadır. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz ve neşredilemez.