Bu kadim saraya, çoktur uğrayan.
Kervan ki bin yıllık, sonu olmayan.
Leş kokan her çığlık, doğum sancısı.
Bu kandilli hanın kimdir hancısı?
Bir derya ki bu han, insandır suyu.
Yok başı ve sonu, dipsizdir kuyu.
Duvarlar! Duvarlar! Cellat duvarlar!
Odalar! Odalar! Hoyrat odalar!
Sürgün bebeklerin korsan adası!
Kuzuyla beslenen arslan obası!
Hayat pazarında; bu yer bir tezgâh.
Satan ve alan kim, kimse değil âgâh.
Bu arsız mekanda; bulunmaz sefa!
Ne gezer muhabbet, arama vefa!
Yağmur taneleri, gökten habersiz.
Bir küle, bir güle; düşer çaresiz.
Bağrı yanan bülbül; düşmüş bostana.
Hayat hükmü giyen, düşmüş zindana.
Kefensiz cenaze, matem coşkusu:
Yorgansız yatağın, yoktur uykusu.
Pergelde döndüren kimdir kalemi!
Sînelerden taşan kimin özlemi!
Kavuştukça kaçar susuzdan serap.
Görse deniz suyu zanneder şarap.
Çıngıraklı yılan; kocasız kadın!
Ateş böceğiyle, kim olmuş aydın!
Alnından bir iple çekilmiş inek.
Balı nimet sanıp, saplanmış sinek.
Gözyaşıyla pişen; dert dolu aşı.
Kim yer afiyetle; toprakla taşı.
Koynunda annenin, sevgi hasreti;
Görmemiş elleri; baba şefkati.
Akrep kıskacıyla tutmuşsa böyle;
Alan mı utansın, satan mı söyle!
Sürün Hakk’a sürün; serâzât nehir!
Dâvâ çilesinde, rahatlık zehir!
——-
Serâzât.com’da; sadece Necip YILDIRIM’ın şiir ve makaleleri yer almaktadır. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz ve neşredilemez.